1927 Pêçar Tenkil Harekatı Kitabı* Vesilesiyle Bir Deneme

Türkiye’deki Kürt bölgelerinin kendine ait kürtçe isimleri vardır. Devletin isimleri değiștirme politikalarına rağmen bu isimler hala kullanılmakta. Bunların bazısı Serhed, Botan gibi geniș bölge isimleridir. Bu isimlendirmeler coğrafik alan küçüldükçe de devam ederler. En küçük idari birim olarak köy ve mezra isimleri karșımıza çıkar. Köy mıntıkası içerisinde yer, tepe, dere, çeșme isimlendirmesiyle gitgide alan küçülür. Bu isimlendirmeler tarihi süreç içerisinde olușmuștur. Buna rağmen bu isimleri yok sayıp türkçe isimlerin verilmesi beraberinde tarihi bir kopukluğu getirdi. Türkçe isimler ilk kez resmi belgelerde kullanılmaya bașlandı. Bu isimler zaman içinde günlük konușmada kullanılacak mı, kullanılmıyacak mı zaman gösterecek. Zamanla unutturulmak istenilen eski isimlerin nasıl olușup geliștiğini ortaya koyacak araștırmalar ve tarihi gerçekler ne yazık ki ya yoktur ya da ulașılmıyacak tozlu raflara kaldırılmıștır. Pêçar da bu anlamda bir bölgenin kürtçe ismi.

Kürtçe isimlendirilmelerin Türkiye’deki bazı güncel isimlendirmelerle karșılaștırılması daha iyi anlașılmasını sağlar. Serhed, Botan gibi isimler coğrafik anlamda önümüze çıkan 7 bölge isimlerine benzetilebilinir. Bir alt birim olarak iller karșımıza çıkmaktadır. Zaten bu bölgeler Osmanlı dönemindeki idari yapılanmalarla adlandırılıyorlardı. Daha alt isimlendirmeler ilçeler ve köyler șeklinde beliriyor. Pêçar Çukurova ismi gibi coğrafik bir bölgenin ismi olarak öne çıkıyor.

Bir bașka örnek Elazığ’in Dep (Karakoçan) ilçesi. Karakoçan Cumhuriyet döneminde ilçe haline getirildi. Daha önce bir kısmı Palu’ya bir kısmı da Kiği’ye bağlı idi. Kiği uzun süre Erzurum’a bağlı iken daha sonra Bingöl’e bağlandı. Karakoçan’a bağlı köylerin bir kısmı Oxi bölgesinin köyleri. Karakoçan’ın kendisi de Oxi’de. Bılanlığ bölgesindeki köylerin bir kısmı Karakoçan’a bağlı iken bir kısmı daha sonra ilçe statüsüne çıkarılan Kovancılar ilçesine bağlı. Gaz ismiyle anılan köylerin büyük bir kısmı daha önce Kiği’ye bağlı iken daha sonra Karakoçan’a bağlandılar.

Oxi’nin batı ve kuzeybatısında Îzol, güney ve güneybatısında Bılanlığ, doğusunda Cewaxçur ve kuzey ve kuzeydoğusunda ise Gaz bölgeleri bulunur. Bılanlığ Palu, Cewaxçur Bingöl, Gaz Bingöl/Kiği, İzol de Dersim bölgesinin uzantılarıdır.

Oxi’deki köylerin ekseriyeti Kurmanci konușur, Zazaca konușulan bazı köyler de var. Bazı köyler sadece alevi, bazıları sadece sunni olsa da alevi-sunni karıșımı köyler de az değil. Ayrıca hem Kurmanci hem Zaza konușulan köyler de var. Oxî coğrafik ve kültürel konumundan dolayı hem Șeyh Said bașkaldırısından sonraki katliamdan hem de Dersim katliamından direk etkilenmedi. Buna rağmen günümüze kadar her iki katliamın yıkım ve kıyımları kulaktan kulağa aktarılarak çocukların büyütüldüğü bir bölge. Bölge coğrafik olarak her iki katliamın vuku bulduğu alanın dıșında, ama komșusu.

Sayın Yusuf Ziya Döger’in “Șeyh Said Hareketi Sonrası Pêçar Tenkil Hareketi / 1927” adlı kitabını okurken bir birșeyler yazma zorunluluğu hissettim. Doğup büyüdüğüm bölgeye dair birgilerle bir giriș yapma arzusu kendiliğinden geliști. Bundan sonraki satırlar daha çok kitabı okurken bende olușan duygu ve düșünceler.

Kitaptan uzun bir süredir haberdar olmama rağmen 29.01.2017 tarihinde elime geçti. Hemen okumak istediğim kitaplardan olduğu halde yeni bitirebildim. Çok hacimli kitaplar dıșında okumak için elimde bu kadar uzun süre kitap tașıdığımı hatırlamıyorum. Bu kitabı istediğim halde niçin hemen okuyup bitiremediğimi izah etmekte zorluk çektiğimi itiraf edeyim. Bunda psikolojik sebeplerin önemli bir rol oynadığını düșünüyorum.

Pedegojide ve psikolojide kișiliğin olușumunda etkili olan faktörler üzerinde farklı farklı görüșler dile getirilmiș ve getiriliyor. Bu çerçevede bir çok teori geliștirilmiș. Sanıyorum insanlık varoldukça daha bir çok teori olușturulacak. Insan kendisini anlayıp yorumlama, yașadıklarına bir anlam verme ihtiyacı duyuyor. Her șeyden önce kendini ve yașadıklarını anlamak istiyor. İnanç ve görüșüne göre insan ve hayat hakkında açıklama ihtiyacı duyuyor. Ama bu sanıldığı kadar kolay değil, çünkü insan “zübde-i alem”dir, yani alemin özü. Meseleye bu açıdan bakıldığında insanın sanılandan da mürekkep/kompleks olduğu ortaya çıkıyor. Bu çok yönlülük devingenliğiyle daha da çetrefilleșiyor. Bırakın insanları, kendimizi bile anlamakta bazen zorluk çektiğimizin șahidiyiz.

Farklı dönemlerde farklı șahsiyetler insanın anlașılması için açıklamalarda bulunmaya çalıșmıșlar. Bunların bazısı zamanla daha kabul görmüș olsalar da bu uğraș son bulmuș değil. Mevlana Celaledin-i Rumi, “ “Aziz dost! Sen, tek bir kişi değilsin; sen bir alemsin! Sen derin ve cok büyük bir denizsin. Ey insan-i kamil! O senin muazzam varlığın, belki dokuzyüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce alem, o denize gark olup gitmistir!” (Mevlana, Mesnevi, cilt 3-4 s.94) derken hem insanın mürekepliğine hem de insanın sahip olduğu potansiyele dikkat çekmiș diye düșünüyorum. Yeryüzünde olup bitenlerle meșgul olan insan “yaratıkların en șereflisi” olma ile “yaratıkların en düșüğü” olma uç noktaları arasında hareket etme kabiliyetine sahip. Bu kabiliyetini devreye sokan kiși ona göre bir yer ediniyor. Kiși ne kadar güzele, doğruya, iyiye yönelirse o kadar yönünü șerefli olmaya çevirmiș oluyor; aksi durumda da istikameti düșüșe doğru yol alıyor.

Sayın Yusuf Ziya Döger’in sözü edilen eseri Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında vuku bulmuș ve zamanla unutulmaya bırakılmıș bir felaketi günyüzüne çıkarma uğrașının ürünü.

Yazar “Pêçar Tenkil Hareketi/1927” kitabının önsözünde çok önemli bilgilerle kitaba bir giriș yapmıș. Resmi tarih ile yerel tarih arasındaki fark üzerinde durmuș. Yerel tarihin bölgedeki toplumun hafızasındaki önemine vurgu yaparak toplumsal hafızanın olușmasındaki etkisine dikkat çekmiș. Bölgede vuku bulan olayların nesilden nesile aktarımıyla toplumsal hafızanın oluștuğunu ve bunun oradaki insanların kișiliklerinin olușmasında ciddi bir etki bıraktığını vurgulamıș. Yazarın bu bölgede doğup büyümüş olması aktarımlarını daha da değerli kılıyor.

Bölgenin insanını ve sorunlarınını daha sağlıklı bir șekilde anlayabilmek için bu tesbitler önemli ipuçlarını veriyor. Bir șey olmamıș gibi davranmak sorunu çözmediği gibi daha ciddi sorunları da beraberinde getiriyor. Bir bölgede meydana gelmiș felaketler nesilleri așan uzun süreli etkiler bırakyor. Pêçar Tenkil Hareketi’nde olup bitenleri okuduğumuzda tüylerimiz ürperiyor. Devlet aklının bütün bu olup bitenleri yok sayması felaketin etkisini ortada kaldırmadı. Bilakis bu tavır bölge insanında ciddi bir öfke ve patlamayı besledi. İçten içe kabaran psikolojik sıkıntıların beklenmedik tavır ve eylemlerle dıșa vurulması ciddi toplumsal sıkıntılara da kapı aralamıș olur. Yazarın bu konulara değinmesi ișin ciddiyetini kavrama açısından önemli bir tespittir.

Kitabın ilerliyen sayfaları üstü örtülen bu ciddi katliamı yerel kaynaklara dayandırarak ortaya koyuyor. Korumaya muhtaç insanları çocuk ihtiyar ayırımı yapmadan evlere doldurup canlı canlı ateșe vermek inanılacak gibi olmasa da bölgedeki insanların zihnine kazınmıștır. Bu korkunç imhaya dair arșivlerin hala sır gibi saklı tutulması kulaktan kulağa aktarılan bilgileri teyid ediyor gibidir. Resmi tarih açısından konuyu ele alan tek kitabın[1] bile daha sonra yasaklanması olayın vehametini gösteriyor kanısındayım.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulușundan kısa bir süre sonra iktidarı ellerinde bulunduranların hedefledikleri tek ulus cumhuriyet ideolojisini yerleștirmek için neleri göze aldığını, Anadolu’daki halklar mozayiğini yok sayıp herkesi kendi cenderesinde eritip yok etme politikasına karșı olușan bașkaldırıları ne kadar acımasız ve gayri insani yöntemlerle bastırdığını bu kitapta canlı bir șekilde göreceksiniz. Hatta bir çok katliamın ilerde olabileceği tahmin edilen varsayımlara dayandırılarak planlandığını düșünmeden edemiyeceksiniz.

Bütün bu olup bitenleri resmi tarihin gözlüğü dıșında görmek isteyenler bu ve benzeri eserleri okumakla farklı bakıș açılarını kazanırlar. Yazar doğal olarak bütün bu katliamlara maruz kalmıș bölge insanında olușmuș travmaları atlatmaları için yerel tarihin araștırılıp ortaya çıkarılmasının önemine dikkat çekiyor. Bu eserin, hep dillendirilen ama tesis edilmesi için pek bir șey yapılmayan, gelecekte vuku bulmasını umduğumuz sosyal barıșın sağlanması sürecinde toplumsal bir rehabitasyonun bașlatılmasında önemli bir rol alacağını umuyorum.

Devlet aklı yüzyıla varan bu çalkantılı dönemi daha ne zamana kadar eften püften yöntemlerle geçiștirmeye devam edecek? Dersim katliamının iktidarı ellerinde bulunduranlar tarafından planlanıp ișlendiği yarım yamalak da olsa dile getirildi. Peki Șeyh Said Kıyamı’na destek vermiș olan Pêçar Bölgesi’ndeki katliamı bir nebzecik de olsa gün yüzüne çıkaracak belgeler daha ne zamana kadar kapalı kapılar arkasında saklı kalacaklar? Yok sayma ve gizleme ile hiç bir șeyin halledilemiyeceği ne zaman anlașılacak ki toplum tekrar kendi kendisini rehabilite edecek bir mecraya doğru yol alabilsin? Bir rehabilitasyonun gerçekleșmesi için gerçeklerin dile getirilip ortaya konulması, yani kabullenilmesi elzemdir. Bütün bu olup bitenlerden habersiz olan vatandaș, bütün bu olup bitenleri hafızasında canlı tutan vatandașı anlamadıkça toplumsal barıșı sağlamak mümkün olmıyacaktır.

Politikacıların her fırsatta kardeșiz deyip kardeșliği tesis edecek adımları atmamaları ya da atamamaları, buna karșılık bu haksızlığı suistimal edenleri hedef göstererek kendi durumlarını savunmaları da bir suistimal değil mi? Bir devlet kendi iç sorunlarını hak ve adalet üzerine çözmedikçe elini ve ayağını zincire vurmuş olur. Bașkalarının zulüm ve katliamlarına dikkatleri çekmek sorunları çözmez, adaleti sağlamaz, huzur getirmez.

Hasan Polat, 30.05.2017

* Yusuf Ziya Döger: Șeyh Said Hareketi Sonrası Pêçar Tenkil Harekâtı / 1927, Nûbihar Yayınları, Istanbul 2016

[1] Reșat Hallı, Türkiye Cumhuriyeti’inde İç Ayaklanmalar (1924 – 1938)

1927 Pêçar Tenkil Harekatı Kitabı* Vesilesiyle Bir Deneme’ için 2 yanıt

  1. Selam ve dualarımla Hasen kardeşim.
    Daha öncesine yazılarınızı ve bu çalışmanızı beğeniyle okudum.Her şey den önce Sizi tebrik ediyorum.
    Toplumsal bir Trauma geçirdiğimizde şüphe yok.Bu coğrafyanın artık vazgeçilmez emperyal şeytani mücadelenin neticesidir.Emperyaller bu topraklardan hiç bir zaman vaz geçmeyeceklerdir .Tarih bize bunu gösteriyor. Bu şeytani güçler gerek kendileri gerekse dostları ile bu savaşı devam ettirecekler.
    Sizinde bahse konunuz olan şey Anadolu nun bir çok yerinde uygulanmış bazen katliam sürgün savaşın en çirkin tarzlarıyla yapılmıştır. Şeytan ve dostları kan dökecek fest çıkaracak doğru yol üzerine oturacak tır. Bizim yöremizinde de bu tür inkar red asimile politikalara rastlıyoruz. Tabiki bazı yörelerdeki çok ağır olmuş. Toplumun hafızası kökleri ile olan bağları inancı tahrip edilmiştir. Ben gelinen bunca tahribattan sonra gelişmelerin olumlu olduğunu düşünenlerdenim. Insan hemen olmasını arzu ediyor da ben se zaman nın olgunlaşması gerektiğine inanıyorum.
    Hayırlı işlerinde bizim de sorumluluğumuzun gereğini yaparsak Rabbimizin rızasına layık olanlardan tarihede şahitliğimizi icra edenlerden sizin bu çalışmalarınız bize ufuk ve örneklik yaptığını belirtip kolaylıklar diler devamını en içten kalbi duygularımla sabırsızlıkla bekliyorum.
    Rabbimiz yar ve yardımcınız olsun.

    Beğen

  2. Yazını okudum, uzun bir süre dalgın bakışlarla neyi düşündüğümü dahi bilmeden sadece utanma ve acı hissederek…
    Kelimeleri yerli yerine koymak bile bazan çok zorlaşıyor, Evet travmalar…
    Dış güçler, emoeryalistler, Kemalizm, bu günkü durum, islami açıdan olaya bakış veya farklı bir zaviyeden bakış….
    İnanın bunların hiç biri ilgimi cekmiyor, ortada bir yaşanmışlık var ve yaşayan halk bunun farkında Ve G.C.Jung’un kollektif bilinçdışı dediği atalarımızdan aldığımız acı, hüzün, talan, katliam ve tecavüzlere ilişkin ne kadar insana yakışmayan yaşanmışlık ortadayken biz bu acıları herhaliyle yaşamış bu toprakların yaşayıp bu zulmü görmüşlerin torunları olarak ne büyük acılar, travmalar yaşadığımızı anlatmamız zor bunu biliyorum…
    İçimizde taşıdığımız acı, keder, gam o kadar derin ve büyük ki buna kelime bulmak çok zor, belki ger birimiz diğeri ile konuşarak bunu öğrenebilir ve Hem dünden kalanları Hem bu gün yaşadıklarımızı anlatıp terapi ile normalleşebiliriz…
    Tüm bu anlatılanlar yaşandı ve tümüyle ATATECRUBESİ denilen bellegimizde bizi esir almış durumda ve yine bizi her gün verdiği acıyla derinden etkilemeye devam ediyor.
    Toplumsal bir hassasiyet oluşup bu yara tedavi edilmedikce de bu durum devam edecektir…
    Her birimizin bakisindaki bu acı bu derinlik başka nedir ki, yaşanılanlarin anlatilamayan öyküsününden başka…

    Beğen

Yorum bırakın